Sakın Arkana Bakma!


Lisede yatılı öğrenciydim. Hep birbirine benzeyen günlerim ya okulda ya da okulun yanı başındaki yurtta geçiyordu. Her gün belli bir saatte etüdümüz vardı. Beş kırk beşte başlar, bir saat sürerdi. Yatılı öğrencilerin katılması zorunluydu. Bu özel saatte dersimize çalışır veya çalışır gibi yapardık. Başımızda mutlaka bir öğretmen bulunur, bizi denetlerdi. Bunlar genellikle yurdun çatı katında kalan bekar öğretmenler olurdu. 

Yine etüt sınıfındaydık. Cuma günüydü. Dışarıda dondurucu bir hava vardı. Derin bir uğultuyla esen şiddetli rüzgar sınıfın pencerelerini sarsıyordu. Nöbetçi öğretmen Kaya Bey, masasında gazete okuyor, arada bir başını kaldırıp bize bakıyordu. Bir süre sonra gazetesini katlayıp masaya koydu. Yerinden kalkıp sınıfta dolaşmaya başladı. Sıraların arasından geçerken arada bir yavaşlıyor, kimin ne yaptığını görmek üzere göz ucuyla bakıyordu. Yanıma gelince durdu. Sigara kokusu yayan nefesini ensemde hissediyordum. 

“Nasıl gidiyor, Kerem?” diye fısıldadı.

“İyidir hocam” dedim aynı ses tonuyla.

“Yazın çok güzel.”

“Özendim de ondan.”

“Sen özenmeden de yazarsın. Şu becerikli eller sende olduktan sonra. Fakat…” Sustu. Sözünü bitirmedi. Soran gözlerle bakıyordum. Beğenilmek hoşuma gitmişti. 'Fakat'tan sonrasını beklerken kaygılıydım. Hiç de iyi şeyler söylemeyecekti sanırım. Nitekim öyle oldu. 

Hayıflanan bir sesle “Fakat neye yarar” dedi. Yine fısıldıyordu bunu söylerken. Yüzü bana yakındı.

Şaşırdım. “Neden öyle söylediniz anlayamadım hocam” dedim.

Sebebini açıklamak yerine “Zamanla anlarsın” deyip yürüdü. 'Zamanla' neyi anlayacaktım? Farkına varmadan bir kabahat mi işlemiştim? Düşündüm, uygun bir cevap bulamadım.

Etüt saati doldu. Kitaplarımı, defterlerimi topladım, kalemimi cebime koydum. Yatakhaneye gitmek üzere sınıfı terk ederken hoca seslendi.

“Kerem!”

“Efendim!”

“Sen bekle biraz!”

Yerime oturdum. Bu arada kendisi henüz çıkmamış olan öbür öğrencilerle konuştu. Sonra çantasından çıkardığı bir deftere bir şeyler yazdı. İşini bitirince masasını topladı. Kürsüden indi, yanıma geldi, elini omzuma koydu. Tatlı bir sesle “Yarın önemli bir işin var mı?” diye sordu.

“Yok.”

“Güzel… Kahvaltıdan sonra odama gel. Seninle konuşacaklarım var.”

“Peki efendim.”

"Tamam, şimdi gidebilirsin."

Sınıftan çıktım. Koridor sessizdi. Yetersiz ışıklar yüzünden ortam alacakaranlıktı. Bir hademe paspasla yerleri temizliyordu. Bir süre onu seyrederek oyalandıktan sonra merdivenden ağır ağır indim, yatakhaneye doğru yürüdüm. 

Yatakhanedeki arkadaşlar akşam yemeği için yemekhaneye gitmişlerdi. Zeki, onlarla gitmemiş, beni beklemişti. En yakın arkadaşımdı. Hemen her yere birlikte giderdik. “Nerede kaldın yahu, merak ettim” dedi. 

Sıska, kısa boylu, geniş alınlı, akıllı, çalışkan bir çocuktu. Birbirimizi sever ve kollardık. Birinci sınıftan beri bu lisedeydi. Ben üç ay önce naklen gönderilmiştim. Okulumuzun eskimiş ve yıpranmış binasını onarmak üzere öğrencileri başka yatılı okullara dağıttıklarında benim kısmetime bu lise düşmüştü.

Memleketimden, evimden, alıştığım çevremden uzak kalmanın yanına bir de yeni okula alışma sorunum eklenmişti. Kendimi daha bir gurbette hissediyordum. İşte böyle bir zamanda bana dostluk eli uzatmış, sahip çıkmıştı Zeki. Yeni hayatıma alışmamda önemli katkısı vardı. Ufak bir gecikme bile onu kaygılandırmaya yetmişti.Sorusuna “Biraz Kaya Hoca tuttu, biraz da koridorda oyalandım” diye cevap verdim.

“Derdi neymiş?”

"Konuşmak istiyormuş. Odasına gelmemi söyledi. Yarın sabah gideceğim." 

"Tuhaf… Sebebini söylemedi mi?”

“Söylemedi. Bilmiyorum. İyi davrandı bana. Konuşacakları varmış.” 

Zeki önce güldü, sonra birden ciddileşti. “Bana bak Kerem! Sen benim en samimi arkadaşımsın. Başına kötü şeyler gelsin istemem. Bu adamdan uzak dursan iyi edersin!”

“Niye?”

“Yenisin burada, herkesi tanımıyor, kimin ne olduğunu bilmiyorsun. Ben bu adamı tanırım. Seni gözüne kestirdi anlaşılan. Hiç iyi olmamış.”

“Bulmaca gibi konuşma. Ne demek istiyorsun yani? Dedim ya, iyi davrandı bana.”

“Hep öyle yapar. Kibarca yaklaşır. Ürkütmeden. Senden iyisini mi bulacak. Kafan çalışıyor. Üstelik güçlü kuvvetlisin. Eh, daha ne olsun ki?”

“Saçmalama da açık konuş!”

“Sen sözümü dinle yeter. Daha açık konuşamam. Her yerde casusları var adamın.”

“Ya ne diyorsun sen kardeşim? Ne casusu? Neden?” diye hayretle sordum.

Soruma cevap vermek yerine “Hadi gidelim, yemek bizi bekliyor. Herkes indi, bir biz kaldık” dedi.

...

Kahraman ruhlu liseli bir gencin serüvenlerle dolu hayat hikâyesi... Gizli dosyalar, istihbarat oyunları, vatanı uğruna can veren isimsiz kahramanlar... Bir solukta okunacak ama etkisi ömür boyu sürecek bir roman...