Tatil münasebetiyle memleketime gitmiştim. Yirmi gün kaldıktan sonra döndüm. Sohbetlerimiz devam ediyor. Haftada üç akşam kafedeyim. Müşteriler gitmiş oluyorlar. Sami hep orada. 'Samimi Sami' diyorum ona. Kendisi de bana 'Feyyaz Emin' diyormuş.
Her fırsatta Enis, Sena ve Büşra da geliyorlar. Kimi zaman arkadaşlarını da getiriyorlar. Bir yandan kahvelerimizi, çaylarımızı içerken bir yandan da her insanı ilgilendiren temel meseleleri enine boyuna konuşuyoruz.
Beni tahrik etti bu sohbetler. Hatta zorladı. Eskisine oranla daha çok okuyor, daha çok düşünüyorum. Hatırıma gelmeyen meseleleri soruyor, benden cevap istiyorlar. Bu da beni yeni araştırma ve incelemelere mecbur bırakıyor.
Eve dönünce aramızda geçen konuşmaları yazıyorum. Silinip gitmemeli bunlar.
Fırsat bulur bulmaz gittim kafeye. Sami mutlu bir yüzle kapıda karşıladı beni. Enis, Sena ve Büşra da oradaydılar.
Büşra üzgün görünüyordu. Yüzünde, gözlerinde derin bir hüzün vardı. Biraz zayıflamıştı.
“Seni üzgün gördüm Büşra. Neler oldu? Neden bu kadar mahzunsun?” diye sordum.
“Sen tatildeyken ninem öldü abi. Severdim kendisini. Üzerimde hakkı çok. Bu ayrılık bana fena dokundu. O gün bugündür ölüm gerçeği yakamı bırakmıyor."
"Üzüldüm kardeşim. Allah rahmet eylesin ninene. Neler hissediyorsun? Bize de anlat istersen.”
"Teşekkür ederim. Kendimi nasıl anlatsam? Geceleri uyuyamıyorum bazen. Hafakanlar basıyor. Bir yolcu gibi hissediyorum kendimi. Durdurulması imkansız bir yolculuk bu. Karanlık bir tünelde gibiyim. Karşıma neler çıkacak, başıma neler gelecek, bilmiyorum.
Daha önce de bu konuları düşünüyor, soruyordum ama bunlar akıl düzeyindeydi. Ninemin ölümünden sonra kalbime indi. Yüreğim sızlıyor. Bir karar verdim, daha derine inmek istiyorum. Bir sürü soru üşüyor zihnime.”
“Neler mesela?”
“Bedenden ayrı bir tarafım varsa o nereye gidecek? Bir diriliş söz konusuysa bu nasıl olacak? Çürüyüp toprak olmuş bunca insan nasıl dirilecek? Bunların akla uygun bir açıklaması var mı? İşte böyle şeyler.”
“Evet, ölümden sonra dirilişin, ebedi hayatın, ahiretin akla uygun açıklamaları var. Fakat ölümden sonraki süreci kendi bilgi ve gücünü ölçü alarak değerlendirirsen işin içinden çıkamazsın. Seni ve bütün insanları ilmi, iradesi ve kudreti sonsuz olan Rabbin diriltecek.
Niçinini, nasılını daha sonra konuşuruz. Ben evvela ebediyet yolunun ilk durağı olan ‘mezar’dan söz edeyim. Mezar ile ‘berzah’ ya da ‘kabir âlemi’ birbirine karıştırılıyor. Bunlar aynı şey değil elbette. Mezar ‘ziyaret edilen yer’ demek.
Bazı bedenler usulüne uygun biçimde mezara gömülür, orada çürür, toprak olur. Bazıları yakılır, küle dönüşür. Bazıları denize atılır, ziyaret edilecek bir adresten bile mahrum bırakılır.
Ölüm ise ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ruh, ölüm anında beden hapsinden kurtulur. Bedeninden ayrıldıktan sonra büsbütün çıplak kalmaz. Latif, ince, gözle görünmez bir bedeni vardır onun. İşte bu bedeniyle götürülür yeni âleme. Dünyada kaldığı sürece maddi bedene bağlı olan ruh, ölüm sebebiyle bir derece serbest kalır.
Bedende mahpusken görmek için göze, işitmek için kulağa, düşünmek için beyne muhtaçken, artık bunlar olmadan da görür, işitir, bilir.
Nitekim sen rüyada böyle yapıyorsun. Bedenin uyuyor, duyuların istirahata çekiliyor, fakat yine de işitiyor ve konuşuyorsun.
Dünyadan, şu görünen âlemden 'berzah' ya da 'kabir' denilen aleme bir yolculuktur ölüm. Dönüşü olmayan bir yolculuk!"
...