Kalbinin Sesini Dinle!



Yıllardır tatil yapmıyordum. Ruhum yorulmuştu. Bir bezginliktir çullanmıştı üstüme. 

Hayat bana taşınması zor bir yük gibi görünüyordu. Sürekli uyuyordum. 

Bu da işe yaramaz olmuştu bir süre sonra, çünkü uyuyamaz olmuştum. 

Hakiki hayatı özlemiştim. Rüzgâr sesini, toprak kokusunu, kuş ötüşünü… 

Çocukluk ve ergenlik dönemlerimde yaşadıklarımı hatırlıyor, hep onların hasretini çekiyordum. 

Bir yerlere gitmek arzusu uyandı bende ama nereye gidecektim? 

Yıllar önce bir tura katılmış, iyi sonuç alamamıştım. Sahiller fazla kalabalık oluyordu. Deniz güzel olurdu ama seyretmek için. 

Bana daha ıssız, daha sessiz bir mekân lazımdı. Var mıydı böyle bir tatil beldesi? Şöyle dağlık bir yerde, medeniyetten uzak, televizyonun, gazetenin gelemediği, trafik gürültüsünden azade bir mekân… 

Belki vardı da ben bilmiyordum. Bir internet araması bana yol gösterebilirdi. Hemen girdim, bir arama yaptım. Bir sürü adres çıktı karşıma. 

Hepsini inceledim. İçlerinden biri tam bana göreydi. "Doğal dinlence" söylemiyle tanıtıyordu kendini. 

Turizm bürosunun adresini, telefonunu yazdım not defterime. Sabah olunca telefona sarıldım. 

Bir hanım sesi karşılık verdi sesime. "Doğal dinlence" hakkında biraz daha bilgi vermesini istedim. Epeyce bilgi verdi. Tatil beldesinin çekici taraflarını anlattı. Sonra da büroya davet etti beni. 

Biraz uzaktı evime ama olsun, özlemini duyduğum tatil için gitmeye değerdi. Öğleden sonra gittim. Büro orta hâlli bir binanın üçüncü katındaydı. 

Kapıyı telefonuma cevap veren hanım açtı, güler yüzle buyur etti. Bir süre beklettikten sonra başka bir odaya aldı. 

Kısa boylu, tombulca, kafası ayna misali parlayan bir adam beni ayakta karşıladı. Tebessümünü yüzünden eksik etmeksizin yer gösterdi. Oturdum. 

Kendisi de yerine oturdu. 

“Ne içerdiniz? Çay, kahve, meşrubat…"

“Çay lütfen” dedim. 

Telefona sarıldı, “Kızım bize iki çay!” dedi. 

Ceviz kaplamalı büyük bir masası vardı. Koltuklar pahalı bir deriden imal edilmişti. Duvarda dağ manzaraları asılıydı. Her yer ışıl ışıldı. 

“Sakin bir tatile ihtiyacım var” dedim. 

“Tam yerine geldiniz” dedi. 

“Doğal dinlence demişsiniz… Nasıl bir yer burası?”

“Harika bir yer azizim! Tarihi bir kasaba. Elli yıldır kimse ayak basmamış. Eskiden manastırmış. Metruk bir mekan.”

“Dağlık bir yerdeymiş. Ben de böyle bir yer istiyordum. Şöyle medeniyetten uzak, sessiz falan…"

“Dedim ya, tam size göre. Elektrik yok bir kere. Gazete gelmez. Yolu yok her şeyden önce."

“Nasıl gidiliyor öyleyse?”

Bu arada çaylar gelmişti. Şekerini attı, tıngır mıngır karıştırmaya başladı. 

“Müşterilerimizi minibüsle buradan alıp dağın belli bir noktasına kadar götüreceğiz. Sonra dileyen katırlara binecek, dileyen yürüyecek. Bir saat sonra kasabada olacaksınız. Başka çare yok, oradan öteye araç gidemiyor çünkü.” 

“Ya eşyalar?” 

“Onlar da hayvanlarla taşınıyor. Yolun son noktasına yakın bir köy var. Bir dağ köyü. İşleri katırlarla zaten. Odun falan kesip satıyorlar. Onlarla anlaşma yaptık. Sizi bekleyecekler." 

İlginç bir tatil olacaktı bu, belli olmuştu. 

“Talep çok mu bari?” 

“Hem de pek çok beyefendi! Millet bıkmış rutin deniz tatillerinden, yeni şeyler arıyor. Özellikle büyük şehirden bunalanlar için biçilmiş kaftan. Üstelik çok da ucuz.” 

“Ne kadar?” 

“İki bin dolar. Yirmi gün boyunca yeme, içme bizden. Her müşterimize bir ev veriyoruz. İsteyen arkadaşlarıyla kalacak, isteyen tek. Yataklarınız hazır. Gerekli eşyalar da öyle. Taşıma firmadan. Sudan ucuz.” 

“Niye dolar?” 

“Malum, küresel bir dünyadayız. Artık dünyaya açılma zamanı. Elin adamı ne anlar liradan." 

Ne denir? 

Sustum. 

Düşünürken her nasılsa tavana baktım, gözüm lambaya ilişince sordum:

“Geceleri aydınlatma işini nasıl hâlledeceksiniz?”

“Gaz lambaları var. Bolca gaz istif ettik. Eskiden olduğu gibi, romantik, esrarengiz.”

Rahat, esnek, pratik bir adam vardı karşımda. Bilginin arasına reklam sıkıştırmayı, muhatabının hissiyatını keşfedip ona göre laf etmeyi, akla gelebilecek soruları sezip daha sorulmadan cevaplandırmayı biliyordu. 

Kocaman masasında daha da küçük görünüyordu ama bu beni ilgilendirmezdi ki… 

“Kaç kişi gelecek?” diye sordum. Artık bu soru ikna olduğuma alamet sayılabilirdi. O da anladı. 

“Siz dahil kırk dört. Hepsi entelektüel, düzeyli, seçkin insanlar, sizin gibi. Elit bir grup olacak. Zaten başka türlüsü böyle bir tatili arzulamaz."

Haklıydı. "Doğal dinlence" mekânına talip müşterilerin gerçekten de bir parça kaçık olması gerekiyordu. Adam iyi keşfetmişti bu özelliğimizi. Ama kimin umurunda, gitmeyi kafama koymuştum bir kere. 

“İşlemi başlatalım” dedim. 

“Derhal” dedi. 

Sekreteri çağırdı. Evraklar, imzalar tamamlandı. Parayı ödedim. 

“Önümüzdeki çarşamba günü burada olun lütfen. Otobüs saat dokuzda hareket edecek. Yazın isterseniz, tam dokuzda” dedi. 

“Tamam” dedim. Aklıma son anda gelen bir soruyu da sormadan edemedim: 

“Yanıma neler almalıyım?” 

“Hiçbir şey! Daha doğrusu, giyecek falan alın tabii. Geceleri üşümemek için… Malum, dağlar serin olur. Yağmurluk falan da alabilirsiniz. El feneri de işinize yarayabilir. Telefon almayın, yasak… Zaten çekmiyor. Radyo falan da almayın, yasak. Düşününce siz de hak vereceksiniz, radyonun olduğu yerde doğallık nasıl sağlanır öyle değil mi?” 

Yine haklıydı. İtiraz etmek bir yana memnun bile olmuştum. Tekrar görüşmek üzere el sıkışıp ayrıldık. 

Bir hafta sonra elimde valizimle gittim büroya. Ne kapıda levha vardı ne de zilde isim! 

Biraz sonra öbür müşteriler de damladılar. Olup biteni anlamaya çalışıyorduk. Can havliyle arayıp kapıcıyı bulduk. 

“Ha, onlar mı? Dün paldır küldür toparlanıp gittiler. Halbuki üç ay bile olmamıştı taşınalı” dedi. 

Geride ne bir adres bırakmışlardı ne de telefon numarası. Ortada bir "numara" vardı ama başka türlü bir numaraydı bu! 

Polise gittik. Derdimizi dinlediler, notlar aldılar, bize imzalar attırdılar. “Bir gelişme olursa biz sizi ararız” dediler. 

Eve gider gitmez internete girip sitelerine baktım. Site yerindeydi ama sahipleri yoktu. 

Ekranda “Sitemiz güncellenmektedir, yine bekleriz” yazıyordu. 

...