Baba Filozoflar



Tarihi mahallelerden birindeydi. Müstakil, iki katlı, içinden merdivenli, küçük bir evdi. Eski ve bakımsızdı. Epeyce ucuz fiyattan alabildim. Elimde kalan paranın önemli bir kısmını da onarım ve boya için harcadım. 

Temizlik işini kendim yapmaya karar verdim. Birinci katın zeminindeki tahtaları kaplayan molozları kazıyıp atarken bir görüntü dikkatimi çekti. Yaklaşık bir metrekarelik bir alanın rengi öbür kısımlardan farklıydı. Bir kapak olmalıydı bu. 

Epeyce uğraştıktan sonra kapağı kaldırabildim. Burnuma keskin bir küf kokusu geldi. Bir merdiven vardı ve aşağı doğru iniyordu. Bir mum yakıp merdivenlerden yavaş yavaş inmeye başladım. İçim ürperiyordu ama merakımı yenemiyordum. Ne vardı acaba aşağıda? Görmeli ve bilmeliydim.  

Kedim Tevafuk da benimle geliyordu. Tuhaf sesler çıkarıyordu inerken. Bir uyarı olabilir miydi bu sesler? 

Eciş bücüş taş basamaklar bitmek bilmiyordu. Nihayet merdivenin sonuna geldim. Karşıma bir oda çıktı. Her tarafı küflenmişti. Penceresi yoktu. İçeriye ışık girmiyordu. Hiçbir ses işitilmiyordu. Ortada gayet eski bir masa vardı ve üzerine iki adet kurukafa konmuştu. Tarihin derinliklerine inmiştim sanki. Duvarda tuhaf kabartmalar gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. 

Elimdeki mumun ışığı yetmeyince yukarıya çıktım, mahalle bakkalından bir kutu mum alıp geldim. Tekrar indim. Tevafuk yine yanı başımdaydı. 

Mumları yakıp odanın uygun yerlerine koydum. İçerisi biraz aydınlandı. Kimi yerleri küflenip aşınmış resimleri görebildim. Yanlarında yazılar vardı. Bizans devrinden kalma olmalıydı bunlar.

Bu tuhaf, ürkütücü fakat bir hayli sessiz odayı yazı yazmak için kullanmaya karar verdim. Saatlerce uğraşarak iyice temizledim, süprüntüleri dışarıya attım. 

Bu yeraltı odası hakkında başka bilgiler de edindim. Belki ileride anlatırım. Bugüne dek tılsımlı odama benden başka kimse girmedi. 

Tam gece yarısı iniyorum. Büyük mumlar aldım. Yazmaya başlarken yakıyorum, işim bitince söndürüyorum. Kedim gece boyunca hep masamın üstünde. İki kurukafanın arasında sessizce oturuyor. Bazen de mırıl mırıl sesler çıkartarak uyuyor.

Felsefe kitaplarımı yazmaya başladığım gece tuhaf bir gelişme oldu. Bir de baktım ki felsefe tarihinde adları anılan ünlü filozoflar, düşünürler, bilgeler odadalar. Kimi ayakta duruyor, kimi yerde oturuyor. Bedenleri saydamdı. Daha önce resimlerini gördüğüm filozofları tanıdım. Bir korku kapladı içimi. Fakat zamanla varlıklarına alıştım. Konuklarımdı onlar, üstelik bana bir zararları da yoktu.

İşin tuhaf yanı, odama filozof olmayan bazı insanların da gelmeleri oldu. Müslüm Baba, Deli Ziya, Güldane, Rana ve Onur bunlardandı. 

Müslüm Baba süt beyazı elbisesiyle gelmişti. “Buraya nasıl geldin?” diye sordum. Boynunu büktü. “Bilmiyorum gardaşım. Bir de gözümü açtım ki buradayım. Rahatsız ettiysem kusuruma bakma” dedi. 

"Yok, rahatsız etmedin. Başımın üstünde yerin var" dedim.

Deli Ziya hakkında bilgim pek azdı. Mezar taşına “Hayat bir gündür, o gün bugündür” yazdıran adamdı. Kimdir, necidir bilinmiyor. İlmini, fikrini süzüp öz haline getiren nadir insanlardan. Net hükümler veriyor. Kim ne der diye düşünmeden fikrini söylüyor. Belki de bunun için deli demişlerdir ona.

Güldane bir Roman kızı. Etrafa şaşkın gözlerle bakıyor. “Çiçek satarım, günü gününe yaşarım” diyor. Biraz tanımak istedim onu, anlattı. Kanadı kırık bir kuştu Güldane. Kendisi lisedeyken babası vefat etmiş. Bunun üzerine okulu bırakmış, çiçek satmaya başlamış. Saf bir zekası var. Meraklı. Babasının erken ölümü onu derin düşüncelere salmış. 

Rana kitap okuyan, düşünen, meraklı bir genç. Tılsımlı odama nasıl geldiğini kendisi de bilmiyormuş. Sonra öğrendim, okulun en parlak öğrencilerindenmiş. Tiyatro oyuncusu ve seslendirmeciymiş aynı zamanda. Lisede bir felsefe kulübü kurmuş.

Onur, aramıza daha sonra katıldı. Felsefe kulübü üyesiymiş. Dokuzuncu sınıftaymış. Rana bizden söz etmiş. Birlikte gelmişler. Düşünen, soran, sorgulayan bir çocuk. Yaşı küçük, aklı büyük. “Felsefeye Fransız kalmamak için geldim” diyor.  

Sözün kısası, yıllardır hayalini kurduğum felsefe kitaplarımı konuklarımla birlikte yazıyorum. Bazen ben onların fikirlerini soruyorum, bazen onlar araya girip bir şeyler söylüyorlar. Birbirleriyle tartıştıkları da oluyor. Bu işin sonu nereye varır, bilmiyorum.

...

Niye yazdım?